Metalcilik zor zanaat -2

Bir önceki yazımda geçen hafta iştirak ettiğim metal müzik festivalinde sahne alan gruplardan biraz bahsetmiştim. Bu sefer metal müzik dinleyicisi olmanın zorluklarından bahsetmek istiyorum ki bunlar bu gibi etkinliklerde çok daha bariz olarak vuku bulur ve hissedilir. Tabi bunları hissetmek için ön koşul biraz yaşlanmış olmaktır (insanın kendini hissettiği yaş ve/veya kondisyonu baz alındığından belirli bir sayısal aralık veremeyiz). Nitekim bu zorlukları yaratan şartlar, bedensel bazı özelliklerin yaş ilerledikçe körelmesi ya da bazı uyarıcalara karşı tahamül sınırının nispeten düşmesi ile ortaya çıkar.

Kafa sallamak:

Konserin büyük bir genelinde Güven Erkin Erkal modunda, kimi zaman arkadaşlarımla fikir, beğeni ve eleştiri teatisi yaparak, kimi zaman elimle ve kafamla mütevazi hareketlerle ritim tutarak ve gerekli yerlerde alkışlayarak zamanımı geçirdim. Kafa sallamak, pogo yapmak gibi metalci gençlik arasında sevilen aktivitelerden sonrasında çekeceklerimi düşünerek uzak durdum. Ancak talihsiz bir şuur kaybı sonucunda, tüm festival boyunca ağırlığını ve vakurluğunu koruyan ben, çok değil festivalden bir iki gün sonra, tam da festivalin verdiği şevk ve heyecanla, ev ortamında çalınan Du Hast parçası eşliğinde malum kafa hareketlerini yapmış bulundum. Ertesi gün hareketlerimdeki kısıtlılığı farkedenlere ne olduğunu açıklarken biraz utanmadım değil. Annemin çok renkli bir şeyi giymeye çekindiği sırada hissettiklerini hissettim. Hem biraz yaşımdan, hem de biraz başımdan utandım. Ama asıl problem kafa sallamanın verdiği zevkin ertesi günlerde çektiğim acıya karşılık gelememesiydi. ‘Ne gereği vardı şimdi’ diye düşününce artık olgunlaştığımı(!) anladım. Gençliğimi yavaş yavaş geride bırakıyordum. Alkol de olmasa bana yetişebilecek fırsatı neredeyse hiç olmayacaktı.

Ter kokusu:

İtiraf ediyorum, lise zamanlarımda tam 1 ay boyunca yıkanmadığım olmuştu. Deodorantı yeni keşfettiğim zamanlardı ve onunla yıkanmadan uzun süre idare edebileceğim kanısındaydım. Hem ses, hem görüntüsüyle ‘ben buradayım!’ demeye çalışan milyonlarca ergenden sadece biriydim ve belki de sadece bu varoluş kavgama bir algılanma ve farkedilme alanı daha eklemiştim: koku! Yıkanmamamın metalciliğimle bir alakası olduğunu sanmıyorum. Ancak festival sırasında ön sıralardaki arkadaşlarımı büyük badireler sonunda (bkz: metalci çirkin kızlar) bulduktan sonra edindiğim 10′ a 10, 100cm² lik alanda hissettiğim şey tam olarak şuydu: 4 bir yanımı saran devasa lahmacunlar! Ayrıca bu lahmacunlar yanlardan baskı yaptıkları gibi boyları da uzun olduğundan kafamın üstünde birleşerek nefes alma şansımı hepten yokediyordu. Lahmacunların sevdiği şarkı başladığı zaman benim de zıplamamam gibi bir seçeneğim yoktu. Lavaş arasındaki kebap gibi hep birlikte hareket etmek zorundaydık. Kollarımızı iki yanımıza aldığımızda haddimizden fazla yer kaplayacağımız ve buna izin verilmeyeceği için eller kollar sürekli havadaydı ve bu da yaşadığım buhranı daha da artırıyordu. Eve geldiğimde gençleri bu konuda uyarma ihtiyacı hissettim ve facebook sayesinde dünyaya açılarak yıkanmamanın ve kötü kokmanın metalciliğin olmazsa olmaz kriterlerinden sayılmadığını duyurdum. Sabahın köründe alana gelip güneşin altında saatlerce bekleyen onca insana haksızlık etmek istemem, bir çoğunun da hormonları tavan yapmış olmanın verdiği çaresizliği yaşadığını biliyorum. Yine de hatırlatmakta fayda görüyorum: Deodorant diye bir şey var!

Siyah giymek:

Siyah giymeyen nadir insanlardan biriydim sanırım. Giymedim çünkü artık günlük hayatımda özellikle yaz aylarında tercih ettiğim bir renk değil siyah. Ayrıca evde Slayer ya da Metallica dinlerken de üstümdeki beyaz gömleği çıkartıp siyah tişört giydiğim de hiç olmadı. Zamanında siyah giymenin, dazlak olmanın, zincir takmanın, yırtık ve dar ya da üstümden düştü düşecek pantolonlar giyip dolaşmanın ayrıcalığını yaşadım. Bu zorunlulukları yerine çok getirmesem de insanı ne olmaya zorladığını ve nasıl hissettirdiğini de biliyorum. Bir günlüğüne tekrar böyle hissetmek isteyebilirdim ama istemedim. Gittiğim yer kıyafet balosu olsaydı o başka…

Metalci çirkin kızlar:

Ter kokusu bölümünde bahsettiğim, öndeki arkadaşlarımı bulmaya çalışırken yaşadığım badirelerin başrollerinde işte bu metalci çirkin kızlar oynuyor. O kalabalığın arasında hareket etmek fiziksel olarak zor olduğu gibi psikolojik olarak da yıpratıcı olabiliyor. ‘Pardon, afedersiniz’ diye diye kendime yol açmaya çalışırken birden bir kız kolumdan tutup ‘hop dur bakalım, sen şöyle geri zıpla’ dedi. Belli ki bulunduğu konumda olmak için erken gelmiş saatlerce beklemiş bir metal severdi. Ancak ‘ben burada durmayacağım zaten arkadaşlarımı arıyorum, onları bulmam lazım’ demem de kar etmedi. Bu sırada tuttuğu kolumu acıtmaya başlamıştı bile. Hayatımda sanırım ilk defa birine ‘yaşın kadar konuş’ diyesim geldi. Onun gözünde en azından siyah giymediğim ve 6 saat öncesinden oraya gelip yer kapmadığım için zaten orada durmayı haketmiyordum. Benim elimde olan tek şey ise yaşımdı. Ama tabi ki bunu demedim, aynı müziği dinlemek için bir araya gelen insanların birbirine yaptığı bu muamele bana çirkin geldiği için onun yerine ‘ne kadar çirkinsin!’ dedim. Açtı ağzını yumdu gözünü. Yanında sevgilisi olmasaydı ya o bana ya ben ona girişirdik (sevgilinin sakinleştirici etkisi + sevgilinin caydırıcı etkisi). Orada durmam, arkadaşlarımı bulmama gereçekten bir fayda sağlamayacağı için olabildiğince hızla uzaklaştım. Bu sefer yine yanlarından geçip gitmek istediğim iki kız ‘ama biz yerimizi vermek istemiyoruuuz’ diye mızırdandılar. ‘Tamam verme’ dedim sanki verecek yer vardı… Onları da atlatıp en sonunda arkadaşlarımın ve lahmacunların yanlarına ulaştım.

Sonuç olarak diyeceğim şu ki, metalcilik yaz günü siyah giyip, konser alanının kapıları açılmadan oraya gidip, güneşin altında bira içerek beklemek, pastırma gibi kokup lahmacun kokusunu almamak, ölümüne kafa salayıp ertesi gün hiç bir şey olmamış gibi yapabilmek  ve çirkef metalci kızlara yeri geldiğinde kafa tutabilmeyi gerektiriyor. bütün bunlar ise gençliğin getirdiği enerji ve heyecanla olacak işler. Ha yaşın 30’u geçti diye o müziği dinlemeyeceksin, konsere gitmeyeceksin diye bir şey yok. Sen de dünya düzenine uymuşsundur, bir işin, düzenli maaşın vardır. Okulunu bitirip hemen işe girmiş şimdiye kadar çoktan terfi almışsındır, bastırırsın parayı, sahne önünde şahane bir kokteyl ortamı var, git kardeşim oraya babalar gibi adamların gözünün içine baka baka dinle!

Saygılar…

Yorum bırakın